Reçete: Var Olan Elitizme Son Vermek – Arda Gözen
2023 Mayıs seçimlerinden sonra çok özeleştiri verilip çok şey yazıldı ve çizildi, muhalefet hiç olmadığı kadar çıkmaza girdi. Üstüne de daha yenilgi hengamesini üzerilerinden atamadan birbirlerine girdiler. Bu meyanda iktidarın parmağında oynattığı muhalefet üzerinde kurduğu hakimiyetine ek olarak yeni bir “Atatürk” yorumu geliştirip nüfuzunu yaymaya devam etti, keza Erdoğan’ın seçim galibiyeti sonrası ilk ziyaret ettiği yer Anıtkabir oldu.
Daha iktidarının ilk gününden bu yeni yorumun sinyallerini veren Erdoğan rejiminin değişen CHP genel başkanının üzerine çullanıp laiklik, Kemalizm, Atatürkçülük gibi olguları günbegün tekeline alması hiç de zor olmadı. Özel CHP’si ve DEM Parti’nin tutumlarının ve akabinde meşruiyetinin sorgulandığı Şeyh Sait tarihselliği üzerinden gündeme getirilen bu yeni yorum; karşıtlık yaratılarak sosyal medyaya demagojik yöntemlerle yem gibi salındı. Yerel seçimler yaklaşırken Barış Atay ve Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş’ın İstanbul’da aday olacakları söylentileri üzerinden DEM Parti ve Türkiye İşçi Partisi üzerine sosyal medya algı operasyonları da yapıldı.
Muhalefetin; halk tabanına inmeyen, sosyal medya, altılı masa, içsel çelişkilerle ürettiği politika buram buram elitizm kokarken, Erdoğan tarafından CHP hakkında Atatürk’ü merkezine alan popülist söylemlere tanık olduk. Bu da bizlere artık yarattıkları yeni Atatürk yorumunun kesinliğini yansıtmış oldu. Bu tepeden inşa edilmeye çalışılan hegemonyaya karşı artık söylemler, tarihsel yorumlar, geçmiş, özeleştiri değil de topluma nüfuz politikalarını güçlendirmenin, gerçekten siyasetin, dinamik olmanın zamanı diye düşünüyorum. Keza seçim dönemi bahsettiğim durumlara ek olarak iktidar tarafından üretilen ‘’terör’’ sıfatlarının ve ithamlarının meyvesinin muhalefet tarafından verilmesi de cabası oldu. Rasyonel politikalar, ekonomi, işsizlik, KYK yurtları, 6 Şubat depremi gibi problemlerden çok Öcalan’ın tecridinin kalkması gerektiğinin demeci verilerek geçirilen bir 4 ay ile yenilginin gerçek özeleştirisinin verilmediği, hatta bu söylemlerinin hala ve hala devam ettiği için iktidar hegemonyasının yarattığı algıları kırmanın zorlaştığı bariz. Diğer yandan da halkın gündelik sorunlarını konuşmaktansa halen tarihsel tartışmalarda, elit ve entelektüel çekişmelerde saplanıp kalan ve bir yandan da halkın herhangi bir itirazına karşı iradesini ortaya koyamayan elitist bir yaklaşım hakim.
Ne Yapmalı Ne Etmeli?
Neoliberal ögelerin Türkiye siyasetine fazlaca hakim olduğu bir 20 yılı geride bırakırken belki de hegemonyanın tek nüfuz edemediği alan sandıktı. Neoliberalizmin hissedildiği diğer rejimlerin aksine Türkiye halkı özellikle seçim hassasiyetiyle geçirdiği bir 100 yılın meyvesini 2010’lu yıllarda fazlaca verdi. Sandığa ve seçimlere katılım yüksek kaldı. Yer yer iktidara karşı olan tepki sokaklardan sandıklara taşındı, iktidar bazen ne yapacağını bilemeyip emin adımlarını bir kenara bırakmak zorunda kalarak her geçen gün otoriterleşmesine meşru bir zemin arayışına girdi. Ben bu noktada 2023 Mayıs seçimlerinin bir dönüm noktası olduğu kanaatindeyim. Artık seçmen kitlesinin sandığa karşı olan çelişkili soğuma dönemi başladı. Toplumun; siyaset, seçim meydanı, gündem takibi gibi aktivitelerden midesi bulanmaya başladı. Ben bunun da biraz iktidar hegemonyasının tarihselliğinin bilinçli bir ürünü olduğunu düşünüyorum, teorik olarak neoliberalizm çıkmazı en nihayetinde budur. Halkı siyasetten uzaklaştırmanın yanında muhalefeti kontrol etmenin formülünü de bulmak, üstüne üstlük bu toprakların en kutsal değerlerinden biri hakkında kendince bir yorum yaratmak hiç olmadığı kadar Erdoğan ve rejimini güçlendirmeye yetti.
Yerel seçim burada bence iki türlü kritik rol oynuyor; birincisi muhalefet figürlerinin yavaş yavaş değiştiği bir dönemde muhalefetin rollerinin ve doktrinel kimliğinin belirlenmesi açısından güzel bir başlangıç fırsatı. İkincisi de şüphesiz; 2028’e kadar olan sürecin bir provasını yaşama şansına erişeceğiz bu seçim dönemi. 2019 yerel seçimleri sürecinde yorgun bir Erdoğan profili vardı hatta öyle bir yorgunluktu ki bu olay İmralı’dan destek istemeye kadar gitti. Bu muhalefeti bir tembelliğe de itti. Öyle bir tembellik ki “kazanıyoruz” duygusuna saplanılarak seçim kaybedildi. Şimdiki süreçteyse yukarıda da bahsettiğim var olan elitizmin acilen bırakılması gerekiliyor. Siyaset meydanlarda yapılır, twitter görüntülenme rekorları kırarak değil. Halk teması, örnek belediyecilikler, nabız yoklama, etki-tepki, gençlerin sorunlarına verilen önem… Yani yeterince tabana inebildiğin kadar inebilmek. Ancak muhalefet o kadar tabana inemiyor ki; Türkiye’nin en varlıklı semtine komünist bir belediye başkanı adaylığını tescil ederken İstanbul’un en yoksul semtinde Yeniden Refah Partisi sesleri yükseliyor. Kendine “Halk Partisi” diyen bir partiyse halkın bir tane Hatay adaylığına itirazına karşı değişim kararı verecek iradeye sahip olamıyor, halkın tüm taleplerine rağmen belli elit çıkar gruplarının şantajına karşı diz çökebiliyor. Sosyolojik olarak bu denge ve siyasi kültür olarak oturmuş bu alışkanlıklar halen atlatamadığımız 90’lı yılların bir sonucu. Kapsayıcı, demokratik değerlerle gelen, popülizmi verimli şekilde kullanabilen, en taban semtlere inen bir sol kesinlikle lazım. Ancak bu halen inşa edilebilmiş değil. 12 Eylül solun ve demokrasi isteyenlerin damarlarını kesmiş olabilir fakat artık kaybedilecek pek de bir şey kalmadığından dolayı bazı şeylerin inşası için yeni bir fırsat da doğmuş halde.
Sonuç: Toplumun Aynası Olabilmek
Türkiye halkı; kendinden olanı, mazlumu, hor görüleni sever. Muhalefet de yıllardır üzerine gelinen otoriter ögelerle hor görülüyor. Selahattin Demirtaş’ın 8 yıla yakındır siyasi tutsak olması, Ekrem İmamoğlu’na açılan siyasi davalar, gazetecilerin çırpınışları, Can Atalay ve muhalefet partilerine karşı yapılan sosyal medya algı girişimleri… Bunları ayağı yere sağlam basan ve stratejik hareket edebilen bir siyasi hareket ile güçlü bir siyasi hikaye inşa etmek için kullanmak çok zor olmasa gerek. Keza başımızdaki zat siyaset sahnesine böyle çıkmadı mı?
Türkiye halkı, tarih boyunca pek çok kez zorlukların üstesinden gelmiş, büyük mücadeleler vermiş ve her seferinde bir şekilde ayağa kalkmayı başarmıştır. 150 yıllık bir demokrasi deneyiminin hafızasını da taşımaktadır. Bu direnç ve mücadele ruhu, muhalefetin de içselleştirmesi gereken temel bir değer. Alınan en ağır yenilgi sonrası mücadeleye devam edebilmenin anlamlı olduğunu halka yeniden hissetirebilmek zorunda. Muhalefet, sadece gösteri mahiyetinde bir özeleştiri yapmakla kalmamalı, aynı zamanda toplumun karşı karşıya olduğu zorluklara çözüm üretebilecek, halkın günlük yaşamını iyileştirecek somut politikalar geliştirmeli ve kendini bu boğucu elitizmden sıyırıp halkla yürümenin yolunu bulmalı. Bu, halkın güvenini kazanmanın ve otoriter rejimlerin yarattığı korku duvarlarını yıkmanın en temel yolu.
Bu tespitlerin ışığında, muhalefetin yolu, sadece mevcut sorunlara dikkat çekmekle sınırlı kalmamalıdır. Toplumsal dayanışmayı ve empatiyi artıracak, halkın derinlerinde yatan kolektif bilincin ve dayanışma ruhunun yeniden canlanmasını sağlayacak bir strateji izlemek zorundadır. Türkiye’nin çok katmanlı sosyal yapısında, farklı kesimlerin seslerini duyuracak, onların sorunlarına gerçekçi çözümler sunacak bir yaklaşım, muhalefeti sadece bir siyasi alternatif olmaktan çıkarıp, toplumun geniş kesimlerinin umudu haline getirebilir. Bu süreçte, bir yandan halkın günlük yaşamını zorlaştıran ekonomik sıkıntılar, adaletsizlikler ve özgürlüklerin kısıtlanması gibi temel sorunlara odaklanabilecek kadar ayakları yere basan, bir yandan da halka yeni bir hikaye sunarak umudu yeniden yeşertebilecek kadar idealist olabilen bir zekaya ve iradeye ihtiyacımız var.