Modern Solun Sosyal Medyadaki Performans Radikalizmi ve Zararları – Kemal Büyükyüksel
Modern sol aktivizm, özellikle dijital platformların yükselişiyle, ideolojik saflık ve ahlaki üstünlük iddiaları tarafından şekillendirilen bir performans radikalizmi içine giderek daha fazla gömülüyor. Bu yeni form, aktivizmin içeriğinden ziyade görünürlüğüne, etkisinden daha çok imajına önem veren bir yapıya sahip.
Modern sol aktivizm, özellikle dijital platformların yükselişiyle, ideolojik saflık ve ahlaki üstünlük iddiaları tarafından şekillendirilen bir performans radikalizmi içine giderek daha fazla gömülüyor. Bu yeni form, aktivizmin içeriğinden ziyade görünürlüğüne, etkisinden daha çok imajına önem veren bir yapıya sahip. Sosyal medya platformları, bireyleri sürekli olarak daha geniş kitlelere hitap etmeye, daha çarpıcı mesajlar yaymaya teşvik ediyor. Bu, birçok siyasi grubun içinde gözlemlenebilen genel bir dinamik olmakla birlikte, radikal sol içinde de bu durum bazen gerçeklikten kopuk bir gösteriye dönüşebiliyor. Söz konusu bu dijital sahne, aktivistleri sadece daha geniş kitlelere hitap etmeye değil, aynı zamanda sürekli olarak kendilerini yeniden icat etmeye ve en radikal görünümleri sergilemeye itiyor. Gerçek dünya sorunlarına pratik çözümler sunmak yerine, çevrimiçi ortamda öne çıkma potansiyeline sahip mesajlar üretme yönünde bir baskı hissediliyor. Bu yazı sola özgü olmayan, ancak modern sol hareketlerde de çokça gözlemlenebilen bu meseleye odaklanıyor. Yazıya başlamadan ifade etmek isterim ki bu yazıda yapılan gözlemleri tüm gruplara ve bireylere genellemek niyetinde değilim, bu hakkaniyetli olmaz. Ancak yazıyı kaleme almak istememin arkasında bu tarz bir genel örüntüyü gözlemlemiş olmam yatıyor.
Sahnelenen Radikalizm
Slavoj Žižek, modern aktivizmin sıklıkla gerçek mücadelelerden kopuk, imaj odaklı bir performansa indirgendiğini savunur. Ona göre bu aktivizm, anlık beğeni ve paylaşımlarla ödüllendirilerek, gerçek değişim yerine görünür olma peşinde koşar. Sosyal medya, bu performansı destekleyerek aktivizmin veya politik mücadelenin temel amacını sorgulatabiliyor. Bu, çoğu zaman aktivizmi, derinlemesine politik veya toplumsal analizler yerine, en radikal ve en dikkat çekici görüşlerin yüzeysel bir sergilenişi haline getiriyor. Bu durum, çoğu kez insanların birbiriyle iletişim kurmasını engelleyerek sürekli gruplar arası bölünmelere ve dışlayıcı pratiklere de yol açıyor.
Ancak bu sadece bir yüzey analizi. Daha derin bir bakış açısıyla, Theodor Adorno’nun kültür endüstrisi teorisi bu durumu daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir. Adorno, kültürün ticarileşmesinin bireyin özgün düşünce kapasitesini nasıl zayıflattığını anlatır. Modern sol aktivizmde de benzer bir süreç görülebilir. Sosyal medya platformları da radikal görüşlerin ve şok edici içeriklerin üretimini teşvik ederek kültürel ürünlerin birer tüketim malzemesine dönüşmesine bir nevi yol açıyor. Bu, aktivizmin derinlemesine ve özgün politik analizlerden ziyade, kolay tüketilebilir ve paylaşılabilir içerikler üretmesine neden olabiliyor. Sosyal medyanın bu etkisi, gerçek dünya değişikliklerini tetiklemekten ziyade, insanların dijital faaliyetlerini anlık dikkat çekmeyi amaçlayan bir performansa dönüştürüyor.
Hannah Arendt, eylemin, insanların bir araya gelerek dünyayı değiştirebilecekleri kolektif bir güç olduğunu savunur. Ancak modern sol aktivizmde bu “eylem” sıklıkla bireysel ifade biçimleriyle sınırlı kalıyor ve kolektif bir değişim yaratma potansiyelini kaybedebiliyor. Sosyal medya, bireylerin seslerini duyurmasına olanak tanısa da, bu sesler genellikle yankı odalarında kayboluyor ve gerçek dünya etkileşimleri yerine gösteriye dönüşen sanal onaylara ve birbirini eylemeye dayalı bir yapı inşa ediliyor.
Jean Baudrillard “simülakrlar ve simülasyon” teorisinde, gerçeklik ile onun temsilleri (simülakrlar) arasındaki ayrımın giderek kaybolduğunu iddia eder. Bu teori, modern toplumları ve teknolojinin gelişimini anlamak için kritik bir çerçeve sunuyor. Sol aktivizmde de benzer bir süreç yaşanıyor olabilir. Gerçek mücadeleler ve onların dijital temsilleri arasındaki sınır bulanıklaşıyor. Bu durum, aktivistlerin gerçek sorunları çözmek yerine, bu sorunların sanal temsillerini üretmeye daha fazla zaman harcamalarına neden olma riskine sahip. Gerçekten etkili bir değişim yaratma amacından uzaklaşan sol aktivizm, giderek daha fazla simüle edilmiş bir mücadeleye dönüşebilir.
Bu süreç, sosyal medya platformlarının etkisiyle daha da belirginleşiyor. Platformlar, kullanıcılarını sürekli içerik üretmeye ve paylaşmaya teşvik ederken, aktivistlerin de dikkat çekici ve viral olabilecek mesajlar üretmeye yönlendirilmesine neden oluyor. Bu, yüzeyde etkileyici görünse de, çoğu zaman derinlemesine analiz ve uzun vadeli stratejilerin geliştirilmesini gölgede bırakıyor. Aktivistler, sıklıkla sanal alanlarda yankı bulan popüler ve radikal sloganlar arkasında sıralanırken, bu sloganların arkasındaki gerçek dünya eylemleri ve etkileri ikinci plana düşebilir. Bu simüle edilmiş mücadele içinde, “radikal olma simülasyonu” diyebileceğimiz dinamik özellikle dikkat çekici. Aktivistler ve hareketler, sosyal medya platformlarını kullanarak kendilerini radikal bir şekilde ifade edebilirler. Ancak bu ifadeler, sıklıkla gerçek dünya eylemlerine dönüşmek yerine, sanal ortamda kalır. Bu, radikal görüşlerin ve eylemlerin sadece görsel ve sözlü temsilleri ile sınırlı kalmasına neden olur, bu temsillerin gerçek dünya eylemleriyle pek bir ilişkisi olmaz.
Bu süreç, insanlar arası iletişimi de zorlaştırır. Aktivistler arasında yüz yüze gelmek ve derinlemesine tartışmalar yapmak yerine, çoğu iletişim sosyal medya üzerinden, genellikle kısa mesajlar ve gönderiler aracılığıyla gerçekleşir. Bu tür bir iletişim, genellikle yüzeysel kalır ve insanların birbirlerinin fikirlerini gerçekten anlamalarını zorlaştırır. Ayrıca, radikal olma simülasyonu içinde, bireyler ve gruplar genellikle kendilerini diğerlerinden daha radikal veya ahlaki olarak üstün gösterme çabası içine girerler. Bu durum, grup içinde ve gruplar arası rekabeti ve çatışmayı teşvik eder, işbirliği ve ortak anlayış geliştirme çabalarını engeller.
Böylece, aktivizmde performans radikalizminin yalnızca bir imaj yarışı değil, aynı zamanda derinlemesine toplumsal değişimi engelleyen bir yapıya dönüştüğünü görüyoruz. Gerçekten dönüştürücü ve birleştirici bir radikal vizyonun geliştirilmesi, bu türden yüzeysel eğilimlerin üstesinden gelmeyi gerektiriyor.
Ahlaki Üstünlük Yarışı ve İdeolojik Saflık
Ahlaki üstünlük yarışı da modern sol hareketler içinde özellikle belirgin bir şekilde kendini gösteren bir fenomen haline geldi. Bu, hareket içindeki bireylerin ve grupların kendilerini “en doğru” veya “en ahlaki” olarak konumlandırma eğiliminden kaynaklanıyor. Judith Butler’ın belirttiği gibi, belirli aktivizm biçimlerinin diğerlerine göre “kabul edilebilir” olarak damgalanması, iç çatışmaları tetikler ve bu da sol hareketin bütünlüğünü ve işbirliğini zayıflatır. Söz konusu damgalama süreci, bazı fikirleri ve yaklaşımları marjinalize ederken, diğerlerini merkeze yerleştirir. Bu durum, ideolojik bir homojenlik arayışına yol açar, fakat aynı zamanda bölünmeleri ve iç gerilimleri de beraberinde getirir.
Michel Foucault’nun iktidar/bilgi ilişkisi üzerine yaptığı çalışmalar bu durumu daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir. Foucault’ya göre, bilgi ve iktidar birbirleriyle iç içe geçtiğinden dolayı, ideolojik saflığı koruma arzusu, aynı zamanda bir iktidar mücadelesi haline gelir. Bu mücadelede, farklı düşünceleri dışlama eğilimi, grup içi hiyerarşilerin pekiştirilmesine ve yankı odaları (echo chambers) oluşumuna neden olur. Bu içsel dinamikler, hareketin dış dünyaya açılma ve geniş kitlelere ulaşma kabiliyetini sınırlar. İronik bir şekilde, ideolojik saflık arayışı, sol hareketlerin mikro-iktidarlarını perçinlerken makro düzeyde iktidara ulaşmak için ihtiyacı olan farklılık ve çeşitliliği kucaklamasını zorlaştırır.
Bu ideolojik saflık ve ahlaki üstünlük yarışı, Hannah Arendt’in “eylem” kavramı ile de çelişiyor. Arendt’e göre eylem, insanların bir araya gelerek toplumsal değişim yaratma potansiyelini ifade ediyor. Ancak, ideolojik saflık arayışı bu kolektif eylem potansiyelini baltalıyor, çünkü bireyler ve gruplar arasındaki sürekli rekabet ve dışlama, ortak hedeflere ulaşmada işbirliği yapma yeteneğini azaltıyor.
Ek olarak, Erving Goffman’ın “dramaturji” teorisinden de yararlanabiliriz. Goffman, sosyal etkileşimlerin bir tiyatro performansına benzediğini öne sürer, burada bireyler rollerini oynar ve izleyicileri etkilemeye çalışır. Sol aktivizmde de benzer bir performans süreci gözlemlenebilir. Aktivistler, ideolojik saflık ve ahlaki üstünlüğü vurgulayan rolleri benimseyerek, hareket içinde ve dışında belirli bir imajı sürdürmeye çalışır. Ancak bu performans, gerçekten anlamlı ve kapsayıcı diyalogların önüne geçebilir ve sol hareketin daha geniş toplumsal katılım ve etkileşim yaratma kapasitesini sınırlayabilir.
Bu türden ahlaki üstünlük yarışları ve ideolojik saflık arayışları, sol hareketlerin içsel zenginliğini ve dışa açılma kabiliyetini sınırlayarak, gerçek ve kapsamlı toplumsal değişimler yaratma potansiyelini azaltır. Dolayısıyla, bu içsel çatışmaların üstesinden gelmek, hareketin daha etkili ve birleştirici olmasını sağlamak için kritik bir adım.
Gösteri Toplumunda Aktivizm ve Gerçeklik
Guy Debord’un “Gösteri Toplumu” kavramı, modern toplumların gerçeklik yerine imajların ve gösterilerin hâkim olduğu bir yapıya büründüğünü öne sürüyor. Bu kavram, dijital çağda ve özellikle sosyal medyanın yükselişiyle belki de daha da anlam kazandı. Platformlar, bireylerin kendilerini sürekli olarak sergilemelerini ve her etkinliği bir gösteriye dönüştürmelerini teşvik ediyor. Bu süreç, narsisizm ve yüzeysel self-presentation (kendini sunma) gibi eğilimleri öne çıkarıyor. Bu durum, sol aktivizmin derinlemesine toplumsal değişim yaratma amacından sapmasına neden olma riskine sahip. Aktivizm, bireysel kimliklerin ve grupların ahlaki (ancak patolojik) duruşlarının sergilendiği ve insanların kendilerini tatmin ettiği bir sahneye dönüşebilir, bu da gerçek politik etkinin, iletişimin, dayanışmanın ve toplumsal katılımın önüne geçebilir.
Sosyal medya, gerçeklikten ziyade imajın, derinlemesine tartışmalardan ziyade görsel ve duygusal tepkilerin öncelikli olduğu bir alan yaratma riskine her zaman sahip. Aktivistler ve hareketler, geniş kitlelere ulaşmanın ve dikkat çekmenin yeni yollarını keşfederken, bu platformların sunduğu imkanlar sayesinde mesajlarını daha geniş bir kitleye yayma şansı buluyorlar. Ancak bu süreç, Debord’un eleştirdiği gibi, bazen yüzeysel ve gösterişli bir hale bürünebiliyor.
Bu gösteri odaklı yaklaşım, Jean Baudrillard’ın “simülasyon ve simülakr” teorisini de yeniden akla getiriyor. Baudrillard’a göre, gerçeklik ve onun taklitleri arasındaki çizgi giderek bulanıklaşıyor. Aktivizmde de benzer bir sürecin yaşanıyor olma riski var. Asıl mücadeleler ve onların dijital temsilleri arasındaki fark giderek azalabiliyor. Bu durum, sol aktivizmin gerçek dünyada etkili olma kabiliyetini sorgulatıyor, çünkü sanal gösteriler gerçek dünya değişikliklerine dönüşmek yerine sıklıkla kendilerini tekrar etmekten ibaret kalıyor.
Gösteriden Çıkış
Sonuç olarak, sosyal medyanın yükselişi, modern sol aktivizmin bu yeni formunun, gerçek politik etkinlik yerine gösteriye dayalı bir yapıya evrilme riskini beraberinde getiriyor. Bu, hem aktivizmin temel amacını hem de toplumda gerçek değişim yaratma kapasitesini sorgulamak için önemli bir nokta. Gerçek anlamda etkili ve derinlemesine değişimler yaratmak için, bu gösteri kültürünün üstesinden gelmek ve daha orijinal, katılımcı yaklaşımları benimsemek gerekiyor.
Belki de birleştirici ve dönüştürücü radikal bir vizyonun ortaya koyulabilmesi ve düzgün şekilde iletişim kurarak sağlıklı stratejiler oluşturulabilmesi için artık bu kültürün ve eğilimlerin biraz daha fazla sorgulanması gerekiyordur. Radikal uzun vadeli hedefler kapsamında stratejik davranma eğiliminin bile performans radikalizmi tarafından ideolojik ve ahlaki kirlenmeyle hızlıca yaftalandığı bir ortamda, bu tür bir sorgulama, sol hareketlerin hem içsel bütünlüğünü hem de toplum genelinde daha etkili ve kapsayıcı bir değişim yaratmasını sağlayabilir.
Bu eleştirel sorgulama süreci, sol hareketlerin kendi iç dinamiklerine, stratejilerine ve aktivizm yaklaşımlarına derinlemesine bir bakış atmalarını gerektiriyor. Özellikle dijital platformların yükselişi ve sosyal medyanın aktivizm üzerindeki etkisi, bu sorgulamanın merkezinde yer almalı. Yüzeysel gösteri ve imaj yönetimi, günümüzde gerçek sosyal değişimlerin önündeki en büyük engellerden biri olarak ortaya çıkıyor. Aktivistler ve sol hareketler, sadece daha geniş kitlelere ulaşmak ve dikkat çekmek için değil, gerçekten anlamlı ve kalıcı değişiklikler yaratmak için stratejiler geliştirmeli.
Ayrıca, bu sorgulama süreci, hareketler arası işbirliği ve dayanışmanın güçlendirilmesi için de büyük önem taşıyor. Performans radikalizminin tetiklediği ideolojik saflık ve ahlaki üstünlük yarışı gibi faktörler, dışlayıcı pratikleri neredeyse bir norm haline getirerek hareket içi bölünmeleri ve çatışmaları tetikliyor, bireyler arası iletişimi güçleştiriyor, genel bir birlik ve ortak amaçlar doğrultusunda hareket etme kabiliyetini zayıflatıyor. Bunun yerine sol hareketlerin, farklı görüş ve yaklaşımları kucaklayarak daha kapsayıcı, iletişim kurabilen ve çeşitlilik içeren bir yapıya bürünmeleri gerekiyor. Bu, yalnızca iç çatışmaları azaltmakla kalmaz, aynı zamanda hareketin toplum genelinde daha geniş ve çeşitli kitlelere ulaşmasını da sağlayabilir.
Son olarak, gerçek bir toplumsal katılım ve etkileşim yaratmak için, aktivistlerin ve sol hareketlerin kendi içlerinde daha demokratik ve şeffaf yapılar oluşturması da kritik. Bu yapılar, herkesin sesinin duyulduğu ve her fikrin değerlendirildiği, gerçek bir kolektif iletişim sürecine dayanmalı. Böyle bir yapı, sol hareketlerin sadece daha etkili değil, aynı zamanda daha adil ve eşitlikçi toplumsal değişimler yaratma kapasitesini artırabilir.
Bu tür bir derinlemesine sorgulama ve yeniden yapılandırma süreci, sol hareketlerin sadece günümüzde karşılaştıkları sorunları aşmalarına değil, aynı zamanda gelecekte daha etkili ve anlamlı bir toplumsal etki yaratmalarına olanak tanıma şansına sahip. Toplumun karşı karşıya olduğu pek çok zorluğa ve eşitsizliğe karşı radikal bir dönüşümü inşa edecek gücü ortaya çıkarmak için bu tarz bir derinlemesine sorgulama yapmaktan çekinmemek gerekiyor.