Eski Doğu Almanya Nasıl Sağın Kalesi Oldu? – Konstantin Nowotny
Göçmen karşıtı Alternative für Deutschland (AfD) partisi, geçtiğimiz aylarda Almanya’nın eyalet seçimlerinde büyük kazançlar elde etti. Bu karamsar sonuç, birleşmenin yaralarının doğu bölgelerini aşırı sağa doğru ittiğini gösteriyor.
Bu yazı Konstantin Nowotny’nin Jacobin’de yayımlanan yazısının Türkçe çevirisidir.
Quentin Tarantino, Inglourious Basterds filmindeki bir sahne için Almanya’nın doğusundaki küçük Sebnitz kasabasını seçtiğinde muhtemelen onu çeken kasabanın güzel manzarasıydı, gerçek Naziler değildi. Ancak Saksonya boyunca Sebnitz’e giden yoldaki bir arka bahçede metrelerce yükseklikte bir bayrak direği duruyor ve İkinci Reich’ın siyah, beyaz ve kırmızı bayrağı dalgalanıyor. Bu bayrağın asılması genel olarak yasak olmasa da, günümüzde Nazi rejimine duyulan nostaljiyi ifade etmenin en açık yollarından biri olarak görülüyor.
Yaklaşık 9.500 nüfuslu Saksonya kasabası Sebnitz, Doğu Almanya’da bulunan birçok yerleşim yerine benziyor. Bunlardan biri, burada oy kullanma hakkına sahip seçmenlerin neredeyse yarısının geçtiğimiz aylarda yapılan eyalet seçimlerinde aşırı sağcı AfD’ye destek vermesi. AfD’nin Saksonya ve Thüringen’deki (eski Doğu Almanya’nın bir parçası) oy oranları, bu eyaletlerdeki AfD eyalet örgütlerinin özellikle radikal olarak kabul edilmesi açısından da dikkat çekici. Almanya’nın iç istihbarat teşkilatı Verfassungsschutz, Saksonya AfD örgütünü “onaylanmış aşırı sağcı” olarak tanımladı.
Thüringen’deki seçimlerde AfD %30’un biraz üzerinde oy alarak ilk kez bir eyalet seçiminde birinci sıraya yerleşti. Saksonya’da ikinci en fazla oy alan parti ise AfD oldu. Ancak uzun süredir baskın olan Hristiyan Demokrat Birlik’in (CDU) ile AfD arkasındaki fark önemli ölçüde azaldı. Bu sırada sol perspektifli Die Linke Thüringen’de %13’e, Saksonya’da ise %6’ya geriledi.
Bu sonuçlar beklenmedik değildi. Yaz başında, Die Linke üyeleri yaklaşan kampanya için Sebnitz’de bir araya geldi. Partinin Saksonya şubesinin iki liderinden biri olan Susanne Schaper’in “Bölgede varlık göstermek istiyoruz, bunu sadece büyük şehirlerde rahatlatıcı etkinlikler düzenleyerek yapamayız” dediği sırada anketler, aşırı sağın büyük bir yükselişine işaret ediyordu.
Schaper sözlerine şöyle devam etti: “Bazıları, yakında siyasette yalnızca sağ ve aşırı sağın kalabileceği gerçeğini kabullenmiş durumda.” Bir zamanlar post-sosyalist Doğu Almanya bölgesinde etkili bir parti olan Die Linke’nin itibarı son on yılda önemli ölçüde değişti. Günümüze baktığınızda ise Die Linke Doğu Almanya’nın birçok kırsal kesiminde yalnızca etkisini yitirmedi, aynı zamanda bir nefret kaynağına dönüştü. Schaper 2014’ten bu yana ofisine 22 kez saldırı düzenlenmesine karşın bu durumdan pek de etkilenmemiş gibi görünüyor. Partisinin kampanyacılarından bahsederken endişesi derinleşen Schaper, birinin saldırıya uğraması halinde kalbinin sıkıştığını ifade etmesine karşın, “seçim kampanyasını herkesin korunabileceği bir şekilde organize etme fırsatımız olmadığını da kabul etmeliyiz” dedi.
Doğu’nun büyük bir kısmında olduğu gibi, Sebnitz de yavaş yavaş sol için bir siyasi kale olmaktan çıkıp bir “düşman bölgesine” dönüştü. Eski Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin (GDR) sosyalist ekonomik sistemi altında kasaba yapay çiçek fabrikasıyla tanınıyordu. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra, bir zamanlar gelişen birçok işletme kapitalizm adı verilen yeni ekonomik gerçekliğe hazırlıksız yakalandı. Ya Batılı alıcılara ucuza satıldılar ya da ekonomik baskılar nedeniyle kapanmak zorunda kaldılar. Bugün hâlâ bir miktar cazibesini korumasına rağmen, Sebnitz’in büyük bir kısmı harap durumda. Doğu’nun birçok yerinde olduğu gibi, Sebnitz’in nüfusu artık yaşlanmakta, gelir düzeyi nispeten düşük ve siyasi olarak sağa meyilli. Bulunduğu seçim bölgesinde AfD %45 oya ulaştı.
Bu seçim sonuçları birçok açıdan tarihi nitelikte: Nazizmin çöküşünden bu yana ilk kez aşırı sağ bir parti bir Alman eyaletinde en çok oy alan parti oldu. Üstelik doğu eyaletlerinde seçmen katılımı hiç bu kadar yüksek olmamıştı. Ancak AfD’nin başarısını anlamak için, bunun son on yıldaki gelişmelerin bir anahtar çıktısı olduğunu unutmamak gerekiyor.
Aşırı Sağın Kökeni
1990’lardan beri Almanya’da aşırı sağ partilerin varlık gösterdiği gibi neo-Nazi gruplar da bulunuyordu. Ancak AfD’nin ortaya çıkışıyla Alman aşırı sağı daha stratejik bir form kazandı. 2013’te kurulan AfD, başlangıçta kendisini öncelikle Avrupa Birliği karşıtı (Eurosceptic) olarak konumlandırdı ve zamanla İslamofobi, iklim değişikliği inkârı ve neoliberal emek ile sosyal politikalar gibi bugünkü tanımlayıcı özelliklerini benimsedi. AfD’nin özellikle Rusya ile ilişkisi tartışmalı hale geldi. Programında yalnızca “Rusya’ya yönelik tek taraflı yaptırımların sona erdirilmesi” çağrısı yapılmasına rağmen, son yıllarda AfD’li politikacıların Rusya’da seçim gözlemcisi olarak görev almalarına ya da Rusya yanlısı ağlarla bağlantıları olduğuna dair iddialar çeşitli skandallara yol açtı.
Doğu Almanya çevresinde, Pegida (“Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar”) gibi partisiz hareketlerin mülteci karşıtı söylemler için zemin hazırladığı bir ortamda, sağcılar hızla göç meselesine odaklandı. Doğu Almanya eyaletlerinde göç oranının batı eyaletlerine kıyasla çok daha düşük olmasına rağmen, bu duruş güçlü bir yankı buldu. Eski Başbakan Angela Merkel’in 2015-16 Avrupa mülteci krizi sırasında izlediği açık sınır politikası, birçok doğulu Alman tarafından büyük bir hoşnutsuzlukla karşılandı.
2015 yılında Saksonya’nın Heidenau kasabasındaki bir mülteci kampını ziyaret eden Angela Merkel, kendisini “halkın haini” olarak nitelendiren protestocularla karşılaştı. Almanya’da mülteci karşıtı eylemler ve duygu yoğunluğu artmaya devam etti. 2015’te polis, mülteci kamplarına yönelik binden fazla saldırı hakkında tutanak tuttu. AfD politikacıları bu atmosferden faydalandılar. Örneğin, günümüzde federal sözcü olan Alice Weidel, 2017’de hâlâ başbakan olan Merkel’in “doğru dürüst bir mahkemeye çıkarılmasını” talep etti.
Son birkaç yıl içinde, daha ılımlı AfD üyeleri yavaş yavaş partiden ayrılarak, daha radikal figürlerin önünü açtı: Thüringen eyalet parlamentosu grubunun başkanı olan aşırılıkçı lider Björn Höcke gibi isimler, seçim kampanyaları için doğudaki Almanların devlet sosyalizmine dair kötü anılarını kullanmayı başardı. Bu yılın başlarında, bir Die Linke politikacısının AfD’yi “faşist” olarak nitelendirmesine cevaben, Höcke Twitter/X platformunda, “Neden ülkenin mevcut hali bana giderek daha fazla Doğu Almanya’yı hatırlatıyor?” diye sordu.
AfD, 1989’da Almanya’nın yeniden birleşmesine yol açan Barışçıl Devrim’e (Peaceful Revolution) atıfta bulunarak, seçmenlere ikinci bir “Wende” (dönüşüm) vaat eden kampanya sloganları bile kullandı. Kendi aşırı sağ partisi içinde bile Höcke, aşırılığıyla tanınıyor. Kendisi; ikinci Alman İmparatorluğu’nu yüceltmekten, Holokost anısının sona erdirilmesi çağrısına ve “kültürel olarak yabancı” insanları “Boğaz’a kadar geri püskürtme” söylemine kadar uzanan görüşlere sahip. Thüringen eyaletinde ise son derece popüler: 2014’te AfD’nin Thüringen parlamento grup lideri seçilmesinden bu yana partinin oy oranı üç kattan fazla arttı.
Batı Almanya doğumlu olan Höcke, Doğu Almanya’da (GDR) bir gün bile yaşamamış olmasına rağmen, stratejisi etkili oldu: AfD, Batı Almanya’nın bazı bölgelerinde başarı elde etse de en güçlü olduğu yerler eski sosyalist eyaletler oldu. Sağ popülistler, kendilerini yeni bir protesto partisi olarak pazarlamayı başardı ve son seçim öncesi Sol Parti’den oy çekti. Ancak AfD, en büyük kazanımını yıllardır oy kullanmayan ya da hiç oy kullanmamış birçok Doğu Almanya yurttaşından elde etmeye devam ediyor.
Die Linke’nin Gerilemesi
Die Linke, Doğu Almanya siyasi mirasının önemli bir temsilcisi olarak uzun süre bölgedeki güçlü konumunu korumuştu. Ancak son yıllarda parti ciddi bir gerileme yaşadı. Bir zamanlar protesto oyu veren seçmenlerin favorisi olan Sol Parti, hem iç çekişmeler hem de değişen siyasi dinamikler nedeniyle desteğini kaybetti. AfD’nin yükselişiyle birlikte, Doğu Almanya’daki seçmen tabanını korumakta zorlandı. Geleneksel olarak Sol Parti’ye oy veren işçi sınıfı ve kırsal kesim seçmenleri, artık giderek artan bir şekilde AfD’ye yöneliyor.
Ramelow, son on yıldır Thüringen’i farklı koalisyonlarla yöneten ve bir federal eyalette başbakanlık yapan ilk Die Linke üyesiydi. Ancak Merkel dönemindeki on altı yıllık neoliberal kemer sıkma politikaları Doğu Almanya’yı da etkisiz bırakmadı. Aynı zamanda, solun önemli talepleri, hem sol hem de sağdaki popülist isyancıların yürüttüğü kültürel savaşların gölgesinde büyük ölçüde sesini kaybetti.
Eski Die Linke parlamento grup lideri Sahra Wagenknecht, 2024’ün başında kendi partisini kurdu. Avrupa Birliği karşıtlığı ve göç sınırlamaları gibi AfD’nin bazı pozisyonlarını sol bir bağlamda çerçeveleyerek, “Bündnis Sahra Wagenknecht” (BSW), Saksonya’da oyların %11’ini, Thüringen’de ise %15’ini hızla kazandı ve büyük ölçüde “eski” Sol Parti’den oy çekti. AfD ile olası bir gelecekteki işbirliği hakkında Wagenknecht, oldukça belirsiz bir yanıt verdi: “Eğer AfD gökyüzünün mavi olduğunu söylerse, BSW onun yeşil olduğunu iddia etmez.”
AfD de BSW de Die Linke’nin işçi sınıfıyla bağını kaybettiği izleniminden güç alıyor. AfD, kendisini seçmenlerini rüzgar enerjisi yatırımlarının genişlemesi ve içten yanmalı motorların yasaklanması gibi “sol-yeşil” önlemlerden koruyan bir parti olarak sunarken, BSW ise Die Linke’nin cinsiyet eşitliği doğrultusunda kapsayıcı dil kullanımı gibi sözde “kimlik politikalarına” karşı bir duruş sergiliyor. Ancak Schaper, bu eleştirinin abartılı olduğunu savunuyor: “Son yasama döneminde 600 önerge sunduk, bunların hiçbiri cinsiyet eşitliği çerçevesinde kapsayıcı dille ilgili değildi.”
Saksonya’da, muhafazakârlar artık Wagenknecht’in sol-popülistleriyle bir koalisyon kurmaya zorlanırken, Thüringen’de ise yaklaşan hükümetin nasıl şekilleneceği tamamen belirsizliğini koruyor.
Ne ilerici ne de muhafazakâr herhangi bir parti aşırı sağ ile bir koalisyon kurmaya istekli görünüyor. Hristiyan-muhafazakâr CDU, kendisini AfD’ye karşı bir “güvenlik duvarı” olarak tanımlıyor ve herhangi bir koalisyonu kesin bir dille reddediyor. Ancak bu “güvenlik duvarında” bazı çatlaklar şimdiden ortaya çıktı: Geçen yıl Thüringen’deki muhalefetteki Hristiyan-Demokratlar, yalnızca AfD’nin oylarıyla mümkün olan bir başarıyla emlak vergisiyle ilgili bir yasa tasarısını geçirdi. Hristiyan-Demokrat parti üyeleri arasında yapılan anketlere göre, doğuda AfD ile iş birliğini tamamen dışlamayan bir çoğunluk bulunuyor.
Son seçimlere dair analiz grafikleri, Saksonya ve Thüringen’deki seçim bölgelerinin çoğunluğunun AfD’nin mavi rengine boyandığını gösteriyor; istisnalar ise ağırlıklı olarak büyük şehirlerde görülüyor. Örneğin Leipzig’de, 28 yaşındaki Nam Duy Nguyen önemli bir siyasi zafer elde etti. Die Linke adına doğrudan aday olarak yarışan Nguyen, eyalet parlamentosunda bir sandalye kazanarak partinin Saksonya’daki siyasi varlığını fiilen sürdürmesini sağladı.
Nguyen’in zaferi birçok açıdan dikkat çekici. GDR’nin “sosyalist kardeş ülke” Vietnam’dan ucuz işgücü sağlama politikasının bir parçası olarak ailesi Almanya’ya göç eden Nguyen’in hayat hikayesi birleşmiş Almanya’nın tarihi ile derinden bağlantılı. İlk denemesinde başarı elde eden Nguyen, tamamen tabandan gelen bir yaklaşımla çalıştı ve kampanya ekibiyle birlikte yaklaşık elli bin kapıyı bizzat çaldı. Seçim gecesi Twitter/X üzerinden “Kazandık” diye duyuruda bulundu ve ardından şu sözleri ekledi: “İster kemer sıkma politikaları olsun ister kışkırtıcı söylemler, işler olduğu gibi kalmayacak. Daha da kötüleşecek.”
Nüfusun azalmak yerine giderek arttığı ender sayıda Doğu Almanya şehirlerinden biri Liebzig. Çok sayıda insanın göç etmesi, hareketli kültürel ortamı ve ilerici imajıyla dikkat çeken şehirde giderek artan AfD-mavisi bir manzara içinde artık daha da egzotik bir ada gibi görünüyor.
Saldırılar
Doğu Almanya’nın büyük bir kısmında sağa kayış, diğer aşırı sağ grupları da cesaretlendirdi. Son eyalet seçimlerinden sadece haftalar önce, Doğu Almanya bölgesinde neo-Naziler, Onur Haftası etkinliklerine karşı kitlesel protestolar düzenledi. Saksonya’nın Bautzen kentinde, yaklaşık bin kişilik Onur yürüyüşü katılımcısı, yüksek sesli sloganlar ve Nazi selamlarıyla etkinliği sabote eden birkaç yüz neo-Nazi ile karşı karşıya geldi. Bu gruplar arasında, üyelerinden birinin daha önce Sosyal Demokrat politikacı Matthias Ecke’ye şiddetle saldırdığı bilinen, gevşek şekilde organize olmuş neo-Nazi grubu “Elblandrevolte” de yer aldı. Zwickau’da, sağcı gençlerden gelen tehditler nedeniyle bir müzik festivali iptal edildi. Brand-Erbisdorf’ta ise siyah, beyaz ve kırmızı bayrak taşıyan gençler, bir plan yaparak sığınmacı kampına yürüyüş düzenledi.
Almanya’da her zaman aktif neo-Nazi grupları bulunmuş olsa da, son dönemde bu grupların sayısı ve popülaritesi özellikle gençler arasında belirgin şekilde arttı. Bu durum, AfD’nin 18-24 yaş arası seçmenler arasında en yüksek oyu almasıyla da örtüşüyor. Saldırılar çoğunlukla politikacılar ve göçmenleri hedef alıyor: Polis istatistiklerine göre, Almanya’da 2023 yılında siyasi motivasyon temelli suçların sayısı, özellikle mültecilere ve sığınma evlerine yönelik sağcı saldırılar nedeniyle keskin bir şekilde arttı.
Eylül ayı sonunda, eski Doğu Almanya eyaletlerinden Brandenburg’da eyalet seçimleri gerçekleşti. 2013’ten bu yana iktidarda olan Sosyal Demokrat Dietmar Woidke, dördüncü kez ancak bu sefer ikinci turda kazandığı seçim öncesinde Şansölye Olaf Scholz ile katıldığı bir etkinlikte AfD hakkında şu ifadeleri kullandı: “Bu insanlar bir alternatif değil, eyaletimiz ve tüm Almanya için bir çöküştür… Bu insanlar asla en ufak bir güce dahi sahip olmamalı.”
Çeviren: Erhan Arca